
26 Ağustos 2010 Perşembe
19 Ağustos 2010 Perşembe
Bir umuttur Anfield'a yolculuk...
Avrupa Ligi önelemesinde Liverpool çektiğimizde içime bir umut doğdu. Çıkabilecek en zor rakip Liverpool bu kupada. Geçtiğimiz yıllarda Toulouse, Villarreal, Dinamo Kiev, Osasuna, Athletic Bilboa ve hatta Anarthosis çıktı da noldu ?! Yine elendik, ama bu sene Trabzonspor geçtiğimiz yıllardan farklı. Şimdi rakip Liverpool ama Trabzonspor turu geçtiği taktirde bu yıllarca unutulmayacak bir zafer olacaktır. Bunun bir ihtimal bile olması için de Liverpool veya Juventus çekip onlara meydan okumak gerek. Bugün Anfield'dan en ufak bir korkum yok. Yenilsek de mücadeleyi bir an bırakmayacağımızı düşünüyorum. "Bugün bir Türk takımı Liverpool'u yenecek güce sahipse; bu da Trabzonspor'dur dedi." Galatasaraylı bir dostum. Aynen katılıyorum bu söze. Temsilcilerimize Avrupa'da başarılar dilerim...
4 Ağustos 2010 Çarşamba
Fenerbahçe 0 - 1 Young Boys
Fenerbahçe'nin Young Boys'a elenmesinden sonra bazı şeyleri oturup düşünmek gerek artık. Geçen sezon hem Türkiye Kupası hem de lig şampiyonluğunda son ana kadar yer alan takımın hocasını gönderen yönetim, önelemenin önelemesinde galibiyet almadan elenen hocayı da kovsun o zaman! Bugün değil ama yarın onu da gönderecekler bu sonuçtan sonra. Aykut Kocaman ligde açık ara önde gitmesi lazım ki görevini sürdürebilsin. Ama kendisinin teknik direktörlük kariyerini şuraya biri yazsın da neymiş bu adamda bu kadar güvendikleri biz de bir bilelim.
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
İki maçta da gördük ki Young Boys, Fenerbahçe'den takım olarak daha iyi. Daha oturmuş görünümde, daha organize rakip kaleye giden, enerjisini daha iyi kullanan ve son olarak iki maçta da rakipleri gibi 10 kişi kalmayan yine onlar. Bizim şahane basınımıza hayranım. Fener'in gözü bu maçlarda dediler Ajax ve Zenit'in öneleme maçlarına hitaben. Hatta maçı veren yayıncı kuruluş üste Ajax maçının da skorunu da yazmıştı. İkisinden biri elendiği taktirde Fenerbahçe bir sonraki turda seribaşı olarak girecekmiş kuraya. İyi güzel de dereyi görmeden paçayı sıvamanın böylesini görmedim ben. Benzer bir olay 2002 yılında Fenerbahçe-Feyenord öneleme maçında vardı. Hollanda'daki maçı 2-0 kaybeden temsilcimiz konusunda basın yine turdan emin. Hatta şöyle bir yazı geçtiğini dün gibi hatırlıyorum. Fenerbahçe Kadıköy'de 2-0 öne geçerse, uzatmaları kendi sahasında oynamanın avantajıyla turu geçer denildi. Sonuç yine 2-0 Feyenord. Yani geldiğimiz nokta budur, en azından Fenerbahçe adına.
11 Haziran 2010 Cuma
Güney Afrika 1 - 1 Meksika

Her Afrikalı için bir hayaldir dünya kupasına ev sahipliği yapmak. Amerika 94 Dünya Kupası' nda bir Afrikalı teknik direktörün "Umarım bir gün bu şölene ev sahipliği yapma imkanımız olur." dediğini hatırlıyorum. Bu hayalleri gerçek oldu ve bugün açılış maçında Meksika ile karşı karşıya geldi ev sahibi. Turnuvanın açılış golü 55'de Tshabalala'dan geldi. Ev sahibi takım oyunu çok hızlı bir şekilde rakip sahaya yığıp, gol pozisyonlarına girmeyi bildi. Ancak defansta da bir o kadar düzensiz ve ağırlar. 79. dakikada Barcelonalı Rafael Marquez'in beraberliği getiren golünde de bu açıkça görüldü. Savunması kötü olan takım başarılı olamaz böyle büyük turnuvalarda. Ama ev sahibi olmanın getirdiği avantajlar var. Dileğimiz o dur ki 2002'deki gibi önce İspanya, sonra İtalya'yı hakem kayırmalarıyla eleyen ev sahibi Güney Kore'nin sağladığı avantaj gibi olmasın bu ev sahipliği avantajı.
6 Haziran 2010 Pazar
Afrika Yolları Taşlı

Dünya kupasına günler kaldı ve Türkiye'nin orada olmaması aklıma geldikçe içim içimi yiyor. Koreli, Suudi Arabistanlı, Dubaili, Brezilyalı, Japon, hatta Venezuellalı her kim sorduysa 'Türkiye katılmıyor mu turnuvaya ? "diye, her defasında bir kez daha ah çektim. Oysa 2002 Dünya Kupası'ndan sonra dememiş miydik ki artık her turnuvaya katılır bizim takımımız ! Neyse olan oldu, yine önümüzdeki maçlara bakalım diyip geçiştirelim konuyu.
11 Haziran Cuma günü ev sahibi Afrika, Meksika ile turnuvanın açılış maçında büyük heyecana start verecek ve bizler de ekran başında 1 ay boyunca futbolla besleneceğiz. Böyle büyük kupalar öncesi kehanetlerde bulunmak, sürpriz takımları ve şampiyonu tahmin etmek kaçınılmaz bir eğlence. Şu kehanet tahminlerini 4 başlık altında bir toplayalım.
1- Hiçbir dünya kupasında bu kadar iddialı sayıda Avrupa takımı yoktu. İspanya, İngıltere, Almanya, e son şampiyon İtalya her ne kadar umut vermese de; İtalya İtalya'dır. Turnuvanın da güney yarımkürede oynanması dolayısıyla yağmurlu maçların bol olacağı bir turnuva olacağını düşününce; şampiyon Avrupa'dan çıkar demek geliyor içimden. Favorim ise Almanya.
2- Fransa'nın o A grubundan çıkamayacağını düşünüyorum. Zidane gitti gideli takım zevk vermiyor, bırakalım sıkıcı futbollarını, kazanmakta bile zorlanıyorlar. Her maçlarını izlemek eziyet gibi.
3- Turnuvanın sürpriz yapacak takımı da ev sahibi kıtadan çıkar. Benim adayım Drogba olduğu takdirde Fildişi Sahilleri. (Drogba eğer ki Japonya maçında yediği uçan tekmeden sonra ayağa kalkıp, sahaya çıkabilirse. Aksi takdirde ev sahibi Güney Afrika derim.)
4- Bir de gol krallığını eklersek tam olacak. Rooney sakatlanmazsa ve İngiltere sürprize kurban gitmezse; bu tac Rooney'e yakışır. Messi'nin olduğu bir turnuvada kendisini listeye yazmazsak olmaz; ancak Arjantin konusunda pek emin değilim. Yeryüzünün gelmiş geçmiş (hatta gelecek) en iyi futbolcusu olsa da, direktörlük bazında Diego Maradona'dan emin değilim, fazla duygusal kararlar veriyor, sonucu göreceğiz.
11 Mart 2010 Perşembe
İngiliz Kini

İngiliz'e yamuk yapmayacaksın arkadaş bu alemde. Birkaç yıl öncesine gidersek Beşiktaş İstanbul'da yenmışti 2-1, rövanşta ise tarihi skorla 8-0 Liverpool'un hezimeti vardı. Manchester Roma'yı 7-1 yenmişti ki bu da unutulmazdır. Yine Manu Fener'i 6-2 yenmişti. İngilizler'in bu intikam denen yemeği soğutmadan yemelerinin örnekleri çoğaltılabilir. Bu hafta da Şampiyonlar Ligi 2. tur rövanş maçları vardı. İlk maçta yılın hakem hatasıyla Arsenal'i 2-1 yenen Porto, salı akşamı Londra ekibine 5-0 ile boyun eğdi. Hadi Beşiktaş ve Porto ilk maçlarda İngiliz rakiplerini yenmeyi başardı da, Milan'ın suçu ne? İşte orada bu İngiliz Kini teorim biraz yalpalıyor, çünkü MaNu'yu kızdıracak hiçbir şey yapmadı Milan ! Efendi efendi ilk maçta kaybetti evinde 3-2. Ama Rooney başta olmak üzere Kırmızı Şeytanlar dün bir dakika nefes aldırmadı ihtiyarlara. Milan'da büyük reform şart oldu artık kadroda. 2005'de İstanbul finalindeki iskeleti hala duruyor, 5 sene önce yaşlı dediğimiz kadro bugün hala duruyor. Çizmeye belki yeter bu kadro ama Avrupa'yı kaldırmıyor.
9 Mart 2010 Salı
TSL 24. Haftaya Bakış
Geçtiğimiz haftaya Diyarbakır'da yaşanan futbol dışı olaylar vursa da, biz futbol konuşmaya devam edelim. Ligin iyi futbol oynayan takımlarından İBB, Fenerbahçe'den sonra Sivasspor'u da yenmeyi başardı, puanını 37 yaptı. Abdullah Avcı amaçlarının ligi geçen seneye oranla bir üst sırada bitirmek olduğunu söylemişti, bu da en az ligi 8. bitirmek demek ve bu şekilde giderlerse amaçlarına ulaşacakları kanısındayım. Yarın erteleme maçında Beşiktaş ile oynayacaklar ve bu eksik maçlarına rağmen 9. ile aralarında 5 puan fark var. Bu sezon sadece 2 maçta sürpriz mağlubiyet aldılar, Trabzonspor ve Bursaspor'dan 2 maçta 12 gol yiyerek, ancak seyircileri olmadığından da onlar adına hayal kırıklığına uğrayan kesim yok ama kimsesiz bir takım olarak da ortaya koydukları performans çok iyi. Sezonun ilk yarısında bir dönem liderlik koltuğunda oturan Kayserispor'da gözle görülen bir düşüş var. Bu yarı aldıkları tek galibiyet Gaziantep deplasmanında, bu hafta da Kasımpaşa karşısında son dakikada 1 puanı aldılar. Makakula 17 gole ulaştı ve kalan maçlarda oynamasa bile gol krallığı yoluna taş koymak çok çok zor görünüyor. Bu haftaki maçta son dakikada kazandıkları serbest vuruş sonrasında gelen golle çılgına dönen Yılmaz Vural'a hak vermemek yanlış olur, ama genç oyuncu Abdullah'ın mükemmel dokunuşu haftanın en iyi gollerinden biri oldu.
Cumartesi akşamı uzun süredir 3 puan alamayan 2 takım karşılaştı. Trabzonspor her zamanki gibi baskılı başladı ve golü bulamayıp, kurulu savunmasında bir duvar pasına engel olamayınca 1-0 geriye düştü. Geçen hafta da gol atan Burak Yılmaz cevap vermekte gecikmedi, dayanıklılığı ve şansının da yardımıyla skoru 1-1 yaptı. Ardından 89. dakikaya kadar gol gelmedi, Trabzonspor seyircisi yine mi 1 puan alacağız diye düşünürken 90 dakika oynayan ve sürekli çaba sarfeden Serkan Balcı'dan 60 metrelik topla depar geldi ve sonrasında Gabric'le gelen gol skoru 2-1 yaptı.(Golde pozisyonun içindeki Umut ofsayttı, hakem göremedi.) Serkan'ın mevkisi ortasaha, sağ bek yokluğunda orada görev alırken hem etkisiz oluyordu hem de arkasını çok boş bırakarak takımının gol yemesine davetiye çıkarıyordu. Ara dönemde Ömer'in gelmesiyle Serkan açıkta oynamaya başladı ve gösterdiği performans da ortada. 2. golle dağılan savunma maçı bıraktı, son dakikada Selçuk'un ortasına jeneriklik kafa vuruşu yapan Umut ligde de 10. golünü attı. Şenol Güneş'in gelmesiyle gözle görülür bir iyileşme var takımda. Kazanmayı tam olarak öğrenemese de kaybetmemeyi bilen bir Trabzonspor var, ancak kalan maçları zor, o yüzden ilk 5 büyük bir başarı olacaktır Türkiye Kupası finaliyle birlikte.

Pazar günü gündüz maçlarında aralarında pek güç farkı bulunmayan takımların mücadelesinde gol sesi çıkmadı. Aynı günün akşamı güzel bir futbol izleme umuduyla ekran başına geçtim. Ama yine farklı bir şey izlemedim. Fenerbahçe 1 ayı aşkın süredir kazanamıyordu, daha da kötüsü taraftarın yüzünü güldüren futbol da oynamıyordu takım. Antalya maçı da farklı olmadı, gol dışında bir tek Emre'nin geliştirdiği atakta kaleci Ömer'de kalan top var. Gol yediği dakikaya kadar defansa hata yapmayan Antalya sol taraftan kazandığı duran topta takım olarak ileri çıktı, ama bu duran topu kısa olarak kullandılar ve kaybedilen topta tek pasla çok iyi çıkan Fenerbahçe golü buldu ve maç öyle bitti. Takımda oynayan tek kişi Emre, o da inanılmaz agresif oynuyor. Emre'nin yaptıklarını normalde başka biri yapsa kart görüyor ama ona kart çıkmıyor, nedenini bir türlü anlamadım. Baroni, Bilica, Deniz, Selçuk da 3 büyüklerin hiçbirinde oynayacak kapasitede değiller.
Galatasaray geçen sezon 2 maçta da kaybettiği Eskişehirspor'a dün yine yenildi. Maçın hakeminin maçı katlettiği kanaatindeyim. Elle oynamak serbest gibiydi maçta adeta, Eskişehir'in ilk golünde de Koray topu önüne alırken elinin avantajıyla alıyor, belki farketmeden çarpıyor eline ama büyük avantaj sağlıyor, pozisyon kesin elle oynama. Goldeki asist de Mehmet Topal'dan! Dün hayatının en kötü maçını oynadı herhalde. Soyunma odasına 1-0 geride giden Galatasaray ikinci yarı başında yine Koray'a engel olamayınca güzel bir golle 2-0 geriye düştü, defans ve ön libero ne iş yapar yine anlamak güç bu golde. Galatasaray'da da anlamsız bir gerginlik vardı, kart sınırındaki Arda gördüğü sarı kartla haftaya cezalı durumda, belki de bilerek görmüştür o kartı çünkü bundan sonraki 2 maç Trabzonspor ve Fenerbahçe ile. Dos Santos'un girmesiyle biraz daha canlandı oyun ve Meksikalı bir pozisyonda sağ kanattan içeri girerken(!) yerde kaldı. Maç içerisinde verdiği kararların tutarsızlığını kafasında yaşayan Bülent Yıldırım bariz dışarıda gerçekleşen bu müdahaleye penaltı dedi ve Eleno müthiş vuruşla skoru 2-1' e taşıdı. Maç eksiği ve fikstür avantajı bulunan Bursaspor yarın Kasımpaşa'yı yenerse dev bir adım atacak ve liderliğe oturacak. (Diyarbakır maçından 3 puan aldığını sayarsak)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)